23 Ekim 2010 Cumartesi

Ebru Sanatı Ustaları

Türk Ebru Tarihi

Dikkat, yeni pencerede açar PDFYazdırE-posta
 Türk Ebru Tarihi ya da Türk Ebrusu'nun teknik açıdan tarihî gelişimi konusunda akademik bir çalışma ortaya koymak değil ebru geleneğimizin bugüne ulaşmasında emeği geçen önemli şahsiyetleri ebru ile ilgilenenlere tanıtmaktır.
 
Kâğıt süsleme sanatlarının  en önemlilerinden olan ebrunun hangi tarihten beri yapıldığını söylemek bugün için imkânsızdır. Her ne kadar çok eski tarihli kitapların cilt kapaklarının içlerinde yan kâğıdı olarak ebru kullanılmışsa da bunlar cildin, kitabın yazım tarihinden daha sonraki bir tarihte onarılması sırasında yapıştırılmış olabileceğinden, o kitapta kullanılan ebrunun yapım tarihi konusunda bir fikir vermezler. Bir ebrunun yapım tarihinin kesin olarak söylenebilmesi için ancak ebru üzerine tarih atılarak yazı yazılmış olması delil olarak kabul edilebilir. Bu şekilde tarihlenebilen en eski ebrular arasında, Topkapı Sarayı'nda bulunan Arifi'nin 1539 tarihli "Guy-i Çevgan" adlı eserindeki ebrular, Heratlı Mir Ali'nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunan 1539 tarihli iki kıtasının bulunduğu ebrular, Sn.Uğur Derman kolleksiyonunda bulunan Maliki Deylemi'ye ait bir kıt'anın yazıldığı 1554 tarihli ebru ve Fuzulî'nin "Hadîkat-üs süedâ" (Mutluluklar Bahçesi) isimli eserinin bir kopyasında kullanılmış olan ebrular bulunmaktadır. İlk üç ebrunun yapanı bilinmemesine karşılık "Hadîkat-üs süedâ"nın baş sayfasında  "Hadîkat-üs süedâ" yazıldıktan sonra kırmızı mürekkeple "Ma Şebek Mehmet Ebrîsi" ibaresi eklenmiştir. Kitabın sayfaları arasında üç adet hafif ebru kullanılmış ve son sayfası da ".......kâtib-ül harf Ahmet bin Hasan yeniçeri-i  korucuyan-ı dergâh-ı âli fî beldet (ül) Trablus Şam fî zeman defterdâr Mehmet Efendi. Sene 1004" ibaresini taşımaktadır. Baş sayfadaki "Şebek Mehmet Ebrusu ile" anlamındaki bu ibareden kitapta kullanılan ebruların,"Tertîb-i Risâle-i Ebrî"de kendisinden Şebek diye bahsedilen  ebrucu tarafından yapıldığı ve bu ebrucunun adının Mehmet Efendi olduğu, son sayfasındaki ibareden de kitabın Hicri 1004 ( 1595 ) yılında yazıldığı anlaşılmaktadır.

Mustafa Düzgünman'a kadar ki ebruculuk tarihimiz boyunca hüsn-i hat'ta olduğu gibi ebrulu kâğıt üzerine imza atmak şeklinde bir alışkanlığımız olmadığı için tarihî seyri boyunca ebrucularımızı isim isim belirlemek şansımız bulunmamaktadır. Bu nedenle yakın tarihimiz dışında ismi belirlenebilen iki ebrucumuz ve yakın tarihimizden de sadece elimize ebruları ulaşan ve ebruya aşama kaydettirenler hakkında bilgi sunulmaktadır.
 
ŞEBEK MEHMET EFENDİ
Hakkında yukarıda verilen bilgilerin dışında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. "Tertîb-i Risâle-i Ebrî"de kendisinden "rahimehullah" (Allah ona rahmet etsin) diye bahsedildiğine göre ölümünün bu risalenin yazım tarihi olan  1608 tarihinden önce olduğu, yine aynı risalede geçen "Nüsha-i Şebek" sözünden de ebru hakkında bilmediğimiz bir risale sahibi olduğu anlaşılmaktadır.
 
HATİP MEHMET EFENDİ
İstanbullu'dur. Ayasofya Camii hatibi olması nedeniyle  "hatip"  diye anılan Mehmet Efendi'nin doğum tarihi bilinmemektedir. "Tuhfe-i Hattâtîn'de kendisinden "pîr-i mübarek" diye bahsedildiğine göre 1187 yılının Muharrem ayında (Nisan 1773) vefat ettiğinde yaşının bir hayli ilerde bulunması icap eder. "Eski Zühdî" diye de bilinen Zühdî İsmail Ağa'dan sülüs-nesih yazılarını öğrenmiştir. İçiçe damlatılan renklerle oluşturulan konsantrik halkalara iğne ile şekil vermek suretiyle yapılan ebruların mucidi olması nedeniyle böyle yapılan ebrulara  hatip ebrusu adı verilir. O zamana kadar kıvamı nispeten sulu kitre kullanılmasından ötürü soluk olan ebruların renklerini kitresinin kıvamını artırarak canlılaştırmış olması sebebiyle ebruculuk tarihimiz açısından önemli bir şahsiyettir. Ebruları zamanında yapılan işlerde daima kullanılmış olup renklerinden ve üslûbundan hemen tanınır. Hocapaşa'daki evinde çıkan yangında eserlerini kurtarmak isterken kendisi de ebrularıyla birlikte yanarak vefat etmiştir.
 
ŞEYH SADIK EFENDİ
Buhara'nın Vabakne şehrinde doğan ve Üsküdar Sultantepesi'ndeki Özbekler Dergâhı şeyhliğinde bulunan Sadık Efendi'nin hayatı hakkında fazla bilgimiz bulunmamaktadır. Ebruculuğu Buhara'da iken öğrendiği ve iki oğlu Edhem ve Salih Efendiler'e öğrettiği bilinmektedir. Dergâhtaki kabir kitabesinden 17 Recep 1262 (11 Temmuz 1846) tarihinde vefat ettiği anlaşılmaktadır.
 
HEZÂRFEN EDHEM EFENDİ
Geçen asrın ebrucularından en çok bilineni,Üsküdar Özbekler Dergâhı Şeyhi İbrahim Edhem Efendi'dir. Türkiye'nin eski Washington Büyükelçisi merhum Münir Ertegün'ün (1882-1944) de dedesi olan Edhem Efendi'nin fen ve sanat tarihimizde müstesna bir yeri olması gerekirken unutulup gitmiştir. 1245 (1829) yılında Özbekler Tekkesi'nde doğmuştur. İlk tahsilini Hâcce Hesnâ Hâtun Mahalle Mektebi'nde bitirdikten sonra Dergâh'ta babasından, amcasından ve Dergâh'a gelen Buhara'lı âlimlerden ders alarak yetişmiştir. Türk, Arap, Fars ve Çağatay dillerine şiir yazacak derecede vâkıf olan Edhem Efendi, ileri yaşına rağmen hat sanatına merak sarıp Çarşambalı Arif Bey'den Ta'lîk hattını öğrenerek icâzet almıştır.  Doğramacılık, marangozluk, oymacılık,  hakkâklık, mühürcülük, dökmecilik, tornacılık, demircilik, tesviyecilik, makinecilik, matbaacılık, dokumacılık ve mimarlık gibi fen ve sanatlarda kabiliyet ve özel çalışmaları sonucu ihtisas sahibi olmuştur. 1869 tarihinde Mithat Paşa tarafından kurulan Sultanahmet Sanat Enstitüsü Müdürlüğü'ne getirilmiş ve memleketimizde kurşun boruyu da ilk defa burada döktürmüştür. Ebruculuk, onun pek çok meziyetinden bir tanesidir. Bu yüzden Hezârfen (bin sanat sahibi) lâkabıyla anılmaktaydı. Eserlerinde imza olarak Kâmi mahlâsını kullanmıştır. Bilhassa Hac zamanı gelen Özbek misafirlerle artan ziyaretçi sayısından dolayı tekkenin artan giderlerini karşılayabilmek için yaptığı sanat eserlerini elden çıkartır, ebruları, denkler halinde satılmaya getirildiği Bayezid'deki Kâğıtçılar Çarşısı'nda pek beğenilerek aranır ve satın alınırdı. 20 Şevval  1321 (8 Ocak 1904) tarihinde  Cuma gecesi yatsı namazı sırasında üç İhlâs bir Fatiha okunurken "âmennâ ve saddaknâ" (inandık ve onayladık) dedikten sonra secdeye kapanan ve bir daha kalkamayan Edhem Efendi, ertesi gün Dergâh'ın hazîresine defnedilmiştir.
 
NECMEDDİN OKYAY
19 Rebiülevvel 1300 (29 Ocak 1885) tarihinde İstanbul Üsküdar'da doğdu. Mürekkepçilik, âhârcılık, okçuluk, gülcülük, eski tarz mücellitlik, hattatlık gibi pek çok hünerinin yanı sıra ebruculuğu da meslek edinen Hâfız Necmeddin Okyay da, üstâdı Edhem Efendi gibi Hezârfen lâkabıyla anılır. Sanat hayatı başlıbaşına bir kitabı dolduracak hadar geniş olan Necmeddin Okyay'ın geniş hal tercümesi, hattatlarımızı anlatan eserlerde bulunabileceğinden burada sadece ebruculuğu konusunda bilgi sunulacaktır. Ebruyu Edhem Efendi'den öğrenmiştir. Medresetü'l Hattâtî'nde ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde tarz-ı kadîm cilt ve ebru hocalığı yapmıştır. Rik'a,dîvânî ve celi dîvânî icazetlerini Ravza-i Terakkî Rüşdiyesi'ndeki hüsn-i hat hocası Hasan Tal'at Bey'den aldı. Sülüs-nesih yazıyı Hacı Arif Efendi'den,ta'lik ve celî ta'lik yazıyı Sami Efendi'den öğrenmiştir. Ebruyu oğulları Sami (1910-12 Haziran 1933) ve Sâcid (1915-19 Nisan 1999) Okyay ile yeğeni Mustafa Düzgünman'a (1920-12 Eylül 1990) öğretmiştir.
 
Kendisinden önce çok ilkel biçimde yapılan ve bugün tüm dünya ebrucularının gıpta ile seyrettikleri çiçekli ebruları icad ederek ebruculuk tarihimizde yeni bir tarz başlatmıştır. Kalıbını kesip Arap zamkı ile yapıştırmak ve ebruladıktan sonra kalıbı sökmek suretiyle yaptığı yazılı ebrular ise ebruculuk tarihi açısından bir ilktir. Kalıptan taşan zamkın bulunduğu yerlerin de boya almadığını görerek mürekkep yerine doğrudan zamk kullanarak yazmak suretiyle yaptığı ebrular arasında "Lâfza-i Celâl" en meşhurudur. 5 Ocak 1976'da, 93 yaşında Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur.
 
BEKİR EFENDİ
Geçen yüzyılın başlarında Bayezid'deki Kâğıtçılar Çarşısı'nda yapıp sattığı battal ebrularıyla tanınan Bekir Efendi,aynı zamanda eski tarz is mürekkebi imalcilerindendir. Hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmamakta olup ebruculuğu kimden öğrendiği de bilinmemektedir. Devrinde resmî dairelerde kullanılan defterlerin üzerine geçirilen ve "ali kurna" tabir edilen sağlam Avrupa kâğıdı ile yapılmış olan ebrular Bekir Efendi tarafından yapılmıştır.
 
SÂMİ OKYAY
Necmeddin OKYAY'ın ortanca oğludur. 1910 yılında Üsküdar'da doğmuştur. Ebruculuğu babasından öğrenmiş ve kısacık ömrü süresince çığır açacak eserler vermiştir. Aynı zamanda ince bir tezhîb, hâk (oyma), lâke ve şemse tarzı cilt sanatçısı idi.
 
SÂCİD OKYAY
Necmeddin Okyay'ın küçük oğludur. 1915 yılında Üsküdar'da doğmuştur. 1936 yılından emekliye ayrıldığı 1973 yılına kadar Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde eski tarz cilt ve ebru hocalığı yapmıştır. 19 Nisan 1999'da vefat etmiş ve Karacaahmet Kabristanı'na, babasının yanına defnedilmiştir.
 
MUSTAFA DÜZGÜNMAN
NOT : BU SAYFANIN HAZIRLANMASINDA Sn.UĞUR DERMAN'ın "TÜRK SANATINDA EBRU" ve "LETTERS IN GOLD" İSİMLİ ESERLERİNDEN ve Sn.IŞIK YAZAN'ın ANTİKA DERGİSİNİN MAYIS 1986 TARİHLİ 14.SAYISINDA YAYINLANAN "EBRU SANATI" İSİMLİ MAKALESİNDEN YARARLANILMIŞTIR.
 
Mustafa E.DÜZGÜNMAN

9 ŞUBAT 1920'de İstanbul Üsküdar'da Sultantepe'de doğdu. Babası, aynı semtteki Abdülbâki Efendi ve Aziz Mahmud Hüdâyî Camilerinin imamlığını yapan Saim Efendi'dir. İlk tahsilini tamamladıktan sonra babasının  Üsküdar çarşısındaki aktar dükkânında çalışmaya başladı. 1938 yılında, annesinin dayısı hattat Necmeddin Okyay onu, hocalık yaptığı Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin Türk Tezyinî Sanatları Bölümü'ne kaydettirdi. Burada Necmeddin Okyay'dan eski tarz cilt ve ebru öğrenerek kısa zamanda kabiliyetiyle dikkati çekti, diğer kıymetli hocalardan da faydalandı. Ancak hayat şartları sebebiyle bir müddet sonra okuldan ayrılarak tekrar baba mesleği olan aktarlığa döndü. Vefatına kadar titizlikle sürdürdüğü bu meslekte işinin ehli güvenilir bir esnaf olarak tanındı.
 
Akademi'deki talebeliği yıllarında "şemse" denilen klasik cildin güzel örneklerini imal eden Düzgünman, bir müddet sonra o sırada taliplisi çok az bulunan bu sanatı da terketmek zorunda kaldı. Özellikle 1957'den itibaren daha fazla zaman ayırdığı ebruculukla meşguliyetini ise ölümüne kadar sürdürmüştür.
Çeşitli konularda yeniliğe açık olduğu halde ebru sanatında klasik anlayışa sımsıkı bağlı kalan ve bu hususta modern uygulamalara iltifat etmeyen Düzgünman, ebruculukta kendisini geçtiğini söyleyen hocası Necmeddin Okyay'ın bu sanata kazandırdığı çiçekli ebru çeşitlerine papatyayı eklemiş, ayrıca çiçek şekillerini de ıslah etmiştir. 1940'ta başlayıp ölümüne kadar elli yıl süren ebruculuğu sırasında, 1967'den itibaren çeşitli sergiler açan ve bazı sergilere katılan Düzgünman, hem eserleriyle hem de yetiştirdiği öğrencileriyle bu sanatın tanınmasına ve yayılmasına hizmet ederek son otuzbeş yılın ebruculuğuna adeta damgasını vurmuş bir sanatkardır.
 
Mustafa Düzgünman, ebru sanatı dışında dinî mûsikiyle de meşgul olmuş ve tasavvuf zevkini, Hafız Eşref Ede'den almıştır. Muzıka-i Hümâyun'da yetiştiği için  "Mızıkalı" lakabıyla anılan Hafız Muhittin Tanık, Üsküdar'daki Çarşamba Rifâî Dergâhı şeyhi Hayrullah Tâcettin Yalım ve Üsküdar Rifâî Âsitânesi şeyhi Hüsnü Sarıer gibi kıymetli hocalardan istifade etmiştir.
 
Aziz Mahmud Hüdâyî Camii'nde uzun yıllar cuma günleri iç ezan ve  teravih namazı aralarında ilahi okuyuşuyla iyi bir icracı olarak da tanınan Düzgünman'ın, bir kısmının güftesi de kendisine ait olmak üzere değişik makamlarda bestelediği yirmi kadar ilâhisi vardır.
 
Onun bestekârlık tarafını gösteren ve son yılların dinî mûsiki repertuvarı açısından ayrı bir önem taşıyan bu ilahiler, vefatından önce yakın arkadaşı neyzen Niyazi Sayın tarafından notaya alınarak tesbit edilmiştir. Ayrıca vaktiyle meşkettiği dinî eserleri son zamanlarında banda okuyarak tesbit edilmelerini sağlamıştır.
1953'ten 1979'a kadar yirmialtı yıl müddetle Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı'nın türbedarliğını yapan Düzgünman, halk ağzıyla koşma tarzında şiirler de yazmıştır. Bunlar arasında, ebrunun tarihçesi, özellikleri ve mahiyetini anlatan yirmi kıtalık "EBRUNAME" en tanınmışıdır.
Kıymetli tesbihler, yazı levhaları, kendi ebruları, şemse tarzında yaptığı kitap kapları, kutu ve çerçevelerden oluşan koleksiyonu halen ailesinde bulunmaktadır. Ayrıca eski tarz körüklü fotoğraf makinasıyla 1000'e yakın hat örneğini emüsyonlu cama tesbit etmiş, bazıları "Kalem Güzeli" (Ankara,1981) ve "İslam Mirasında Hat Sanatı" ( İstanbul, 1993 ) adlı eserlerde yer alan bu fotoğraf camlarının asılları, daha sonra kendisi tarafından Türkpetrol Vakfı'na hediye edilmiştir.
12 Eylül 1990 Çarşamba günü vefat eden Mustafa Düzgünman'ın kabri, Karacaahmet Mezarlığı'ndadır.
M.Uğur DERMAN
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

NOT    : Merhum Mustafa DÜZGÜNMAN hakkında en detaylı bilgi ;
Üsküdar'da BİR ATTAR DÜKKÂNI
Ahmed Yüksel ÖZEMRE
Kubbealtı Neşriyatı
ISBN    : 975-7663-26-3
isimli eserde bulunabilir.

T. Alparslan BABAOĞLU
1957 yılında Ankara’da doğdu.İlk ve ortaöğrenimini Ankara ve Erzurum’da tamamladı. Devlet bursuyla gönderildiği İngiltere’deki Elektronik Mühendisliği eğitimini 1979 yılında, aynı dalda yüksek lisans eğitimini 1980 yılında tamamlayarak yurda döndü. Mühendislik hayatını bir kamu kurumunda yönetici olarak  sürdüren Alparslan BABAOĞLU, evli ve Elif  ve Burak  isimlerinde iki çocuk babasıdır.
1984 yılında Topkapı Sarayı Nakışhânesi’ne devam ederken başladığı ebru yapımını  aralıksız sürdürmektedir. 1985 yılında ustası merhum Mustafa DÜZGÜNMAN ile tanıştı ve 1989 yılında kendisinden ebru sanatının öğretilmesi ve icrâsı konusunda icâzet aldı. İlk kişisel sergisini 1990 yılında Topkapı Sarayı’nda açtı, aynı yıl Washington D.C.’de ikinci, 1991 yılında memleketi olan Çorum’da üçüncü ve 1999 yılında Yıldız Sarayı Çit Kasrı'nda dördüncü kişisel sergisini açtı. Sayısız karma sergiye katıldı.
Ebru sanatının, ustası Mustafa DÜZGÜNMAN’la kemâl noktasına ulaştığına inanmakta olup, ustasının ebrularının benzerlerini yapmaya çalışmanın yanısıra, GALERİ'de örnekleri bulunan ve geleneğe uygun olduğuna inandığı "boya olarak ezilmiş varak altın kullanılması" gibi özgün çalışmalarla eskiden yaygın olarak olmasa da kullanıldığı bilinen "aynı kağıdın her seferinde farklı bir bölgesini ebrulamak suretiyle minyatürler yapılması" ve "kâtı’  tekniği ile kalıbı çıkartılan hüsn-i hat örneklerinin ebru ile yapılması" gibi çalışmalar da yapmaktadır.
Ustasının izinde ve yalnızca toprak boya kullanarak ebru yapan Alparslan BABAOĞLU, 1996 yılında İstanbul’da açılan bir sergideki Avrupalı ve Amerikalı ebrucuların çalışmalarının  ilgi görmesi üzerine, isterlerse Türk ebrucuların da Avrupalılar’ın malzeme ve tekniklerini onlar kadar hatta daha başarılı kullanabildiklerini göstermek üzere hazır boyalar kullanarak da ebrular yapmış ve 1999 yılındaki sergisinde sergilemiştir. Bu ebrulardan birkaçı galeride sergilenmektedir.
1999 yılında Neyzen Sadreddin ÖZÇİMİ'ye icazet vermiştir.
 
HİKMET BARUTÇİGİL
1952'de Malatya'da doğan Hikmet Barutcugil, 1973'de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu'nda tekstil eğitimine başladı. Yüksek öğreniminin ilk yılında tanıdığı ve öğrencisi olduğu Prof. Emin Barın'ın teşvikiyle hat sanatına büyük ilgi duydu. Hat sanatı ile ilgili çalışmalarına başladığı sırada ebru sanatını keşfeden Barutcugil'in bu sanata duyduğu sevgi kısa zamanda  tüm benliğini sardı. Öğrencilik yıllarında çalışmalarını tek başına sürdürüp kendisini geliştirdi.


1977'de Akademi'den tekstil desinatörü olarak mezun oldu. Okuldan sonra çalışmalarını hep ebru üzerine yoğunlaştırdı. 1978-1981 yılları arasında ihtisas için gittiği Londra'da da araştırma ve çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Geleneksel sanatlarımızın yeni bir dinamizme kavuşturulması gereğine inanan sanatçı, ebruyu her zaman bir bilim dalı gibi görüp, geliştirmeyi hedeflemiştir. 70'li yıllarda çok az kişinin ilgi gösterdiği bu sanatı yaşatmak için yaşamanın gereğine inandığından, günlük kullanım araçlarından iç mimaride kullanılan malzemelere kadar birçok ürün üzerinde uygulayarak geliştirdi.

Deneme yanılma yöntemi ile araştırmalarını sürdürürken daha önce görülmemiş ebru yöntemleri ortaya çıktı. Literatüre; Barut Ebrusu olarak bilinen yeni bir ebru türünü bulan kişi olarak geçti. Türk Ebru Sanatı'nı tanıtmak ve yaymak amacı ile yurtiçinde ve yurtdışında bir çok sergi, kurs ve seminere imzasını attı.
Hikmet Barutcugil'in eğitim faaliyetleri halen Mimar Sinan Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü; Ebristan (İstanbul Ebru Evi Salacak ve Bağdat Caddesi), ve bazı eğitim kurumlarında devam etmektedir.  Uluslararası birkaç ödülü olan  Barutcugil'in bunlara ek olarak, London British Museum başta olmak üzere müzelerde ve bazı özel koleksiyonlarda sürekli olarak sergilenen eserleri bulunmaktadır.
Ebru sanatı ile ilgili birçok TV programına katılan, dergilerde röportajları yayınlanan Hikmet Barutcugil'in bu konuda yayımlanmış birçok makalesinin yanı sıra 'Renklerin Sonsuzluğu',  'Suyun Renklerle Dansı', 'Suyun rüyası', 'Efsun Çiçeği', 'Ebristanbul' ve 'Siyah Beyaz' adlı yayınlanmış altı kitabı bulunmaktadır. Sanatçı 1996 yılında İstanbul, Üsküdar'da eski bir konağı restore ederek kurduğu Ebristan 'İstanbul Ebru Evi'nde  halen kağıt, kumaş, seramik, cam, ahşap gibi malzemeler üzerine ebru çalışmalarına devam etmekte; hat, tezhip, minyatür, cilt gibi diğer geleneksel sanatları da uygulayarak sürdürmektedir.
  Ebru
Türk Süsleme Sanatları
Ebru, kâğıt üzerine, özel yöntemlerle yapılan geleneksel bir süsleme sanatıdır. Ebru sözcüğüne köken olarak, bulut anlamına gelen Farsça “ebr” sözcüğü gösterilmektedir. Bu sözcükten türetilen ve “bulut gibi” ya da “bulutumsu” anlamına gelen “ebri” sözcüğü Türkçe'de değişerek “ebru” biçimini almıştır. Gerçekten de ebru bulut izlenimi uyandıran bir görünümdedir. Ebru sözcüğü bir başka görüşe göre “yüz suyu” anlamına gelen Farsça “âb-rûy” tamlamasından gelmektedir.

Ebru sanatının ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı bilinmemekle birlikte bu sanatın doğu ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olduğu kesindir. Bazı İran kaynaklarında ilk kez Hindistan'da ortaya çıktığı yazılıdır. Hindistan'dan İran'a, oradan da Osmanlılar'a geçmiştir. Gene bazı kaynaklara göre de ebru Türkistan'daki Buhara kentinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılar'a geçmiştir. Batıda ebru “Türk Kâğıdı” diye adlandırılır.
Ebrunun Yapılması
Ebrunun yapılışı oldukça zevkli ve sabır isteyen bir iştir. Önce uygun bir kâğıt seçmek gerekir. Çünkü her kâğıda ebru yapılmaz. Kâğıt, boyayı iyice emecek nitelikte ve dayanıklı olmalıdır. Eskiden hattatlar (güzel yazı ustaları) yazı yazmak için yüzeyine “ahar” denen özel karışımlı (nişasta ve yumurta akı) bir sıvı sürülen ve bu yüzden “aharlı” denilen kâğıt türünü yeğlerlerdi. Ebrucular ise bu tür kâğıtlar boyayı iyi emmediği için “aharsız” da denen ham kâğıt kullanırlardı.
Ebru yapmak için genellikle dikdörtgen biçiminde, büyükçe ve yayvan bir tekne gerekir. Geven denilen otun gövdesinden elde edilen ve beyaz renkli bir tür zamk olan kitre, belli bir oranda, suyla bir kabın içinde karıştırılır. Kitre yerine salep, keten tohumu, ayva çekirdeği, gazyağı gibi birçok değişik madde de kullanılmaktadır. Kitre ile yapılan bu karışım 12 saat kadar bekletilir ve zaman zaman karıştırılır. Kitre bu süre sonunda erir ve karışım boza kıvamını alır.
Daha sonra küçük fincanlarda ebru için boya hazırlanır. Bu amaçla kullanılacak boya çok ince toz haline getirilmeli ve suda eriyip dağılmayan bitkisel ve kimyasal boyalardan olmamalıdır. Fincanda su ile iyice karıştırılarak sıvılaştırılan boyalara ayrıca iki kahve kaşığı taze sığır ödü katılır. Bu işlemin amacı iyice ezilmiş boyanın dibe çökmeden yüzeyde kalmasını sağlamaktır. Bu biçimde hazırlanan değişik renkteki boyalar özel tekneye boşaltılmış olan boza kıvamındaki sıvının yüzüne serpilir. Yüzeyde birikintiler halinde kalan bu boyalar daha sonra tahta bir çubukla karıştırıldığında ya da yayıldığında şaşırtıcı ve ilginç desenler ortaya çıkar. Ayrıca hazırlayanın isteğine göre belli desenler de elde edilebilir. Bu desenlerin üzerine yatırılan özel kâğıt, 5-10 saniye sonra, iki ucundan tutularak kaydırmadan ve oynatmadan, kitap sayfası açar gibi bir yana doğru kaldırılır. Kâğıt, boyalı tarafı üste gelmek üzere uygun bir yere serilerek kurutulur. Böylece ortaya binlerce ayrıntı ve renk taşıyan desenler çıkar. Eğer, bu desenlerin arasına bir yazı ya da herhangi bir çiçek motifi yerleştirilmek istenirse, başka bir yöntem uygulanır. Yazı ya da motif, bir kâğıda yazılır ya da çizilir. Keskin bir araçla kenarları kesilip kalıp çıkartılır ve ebru kâğıdına zayıf bir yapıştırıcı ile yapıştırılır. Kâğıdın, yapıştırılan desenin bulunduğu yüzeyi yukarıda anlatıldığı gibi teknenin içine yatırılır. Elde edilen ebru kuruduktan sonra, hafifçe yapıştırılmış olan bölüm sökülünce yazı ya da motiflerin yerleri boş kalır. Bu yöntem hattat ve ebru ustası Necmeddin Okyay (1883-1976) tarafından bulunduğu için bu yöntemle yapılan ebrulara “Necmettin Ebrusu” denir. Ebrunun “battal ebru”, “taraklı ebru”, “çiçekli ebru” gibi daha birçok türü vardır.
Ebru ciltçilikte ve hattatlıkta çok kullanılırdı. Bazen elde edilen ilginç ve güzel desenler bir tablo görünümünde olduğu için bu amaçla da kullanıldığı oldu. Türkler'den Hatip Mehmed Efendi (18.yüzyıl), Şeyh Sadık Efendi (19.yüzyıl), Bekir Efendi (20.yüzyıl başları) gibi çok usta ebru sanatçıları yetişmiştir. Bu sanatın Necmeddin Okyay'dan sonra yetişen son ustaları arasında Mustafa Düzgünman (doğumu 1920) ve Niyazi Sayın (doğumu 1927) özellikle anılabilir.
 
EBRU NEDİR?
Ebru, kitreli yoğun su üzerine, özel hazırlanmış ödlü boyalarla resim yapma ve bunu kağıda aktarma sanatıdır. Ebru, “bulut” veya “bulutumsu” anlamına gelen Farsça “ebr” kelimesinden türemiş ve Türkçe’de “ebru” halini almıştır. Ebru’da hazırlık aşaması uzun, eser meydana getirme aşaması ise tam tersine çok kısa zaman alır. Sanki benliğimizden alıp su üzerine bıraktığımız boya damlaları, düştükten sonra yayılırlar ve şekiller oluştururlar. Bizim de müdahalemiz ile inanılmaz resimler çıkar ortaya. Büyük sabır ve çok emek gerektiren ebru, kim tarafından, nasıl ve ne amaçla geliştirildiği tam olarak bilinmeyen mistik bir sanattır. Bazı kaynaklara göre Hindistan’da ortaya çıkan ebru, önce İran’a ve oradan da Osmanlı’ya geçmiştir. Diğer kaynaklara göre ise, Türkistan’da Buhara kentinde doğan ebru, İpek Yolu’yla Osmanlı’ya geçmiştir. Avrupalılar ebruya “Marbling Paper”, Araplar ise damarlı kağıt anlamına gelen “Varak-ül Mücezze” demektedir. Bilinen en eski ebru 1554 yılına aittir. Onyedinci yüzyıldan kalma “Tertib-i Risale” adlı bir kitapta ebrunun hangi malzemeler kullanılarak nasıl yapıldığı ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Bir ebrucunun bilinçli bir şekilde mükemmel ebrular yapması, ancak bir usta ebrucunun yol göstermesi ile mümkün olmaktadır. Bu nedenle, ebru usta-çırak yöntemi ile yüzyıllar boyunca bir nesilden diğerine aktarılmıştır. Osmanlı, önemli kitap, tezhip ve hat belgelerindeki kayıpları engellemek için ebruyu kenarlık olarak kullanmıştır. Ebru ile tanışan ve onun kıymetini anlayan Avrupalılar ise ebruyu tablo şeklinde sergilemeye başlamıştır. Bugün kağıt üzerine yapılmış nadide ebrular duvarları süslemeye devam ederken; kumaş, cam, toprak süs eşyaları ve ahşap üzerine yapılan ebrular da hayatımıza girmeye başlamıştır. Güzel bir ebrunun sunduğu görsel zarafetin insan ruhu üzerinde olumlu etkilerini anlatmaya gerek yok. Ebru yapmanın ise çok daha olumlu ruhsal etkileri olduğu bilinmektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de çeşitli merkezlerde terapi amacıyla ebru yaptırılmaktadır. Son yıllarda değeri anlaşılmaya başlanan muhteşem ebru sanatımızın, ben ve benim gibi ebruya gönül vermiş ebrucuların çalışmaları ile daha da gelişeceğini ve yeni nesillere aktarılacağını umuyorum.
 
                                      “Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış,
                                      Marifet bu, gerisi çelik çomakmış.”
 
                                      Necip Fazıl Kısakürek

--------------------------------------------------------------------------------
EBRU ÇEŞİTLERİ
KLASİK EBRU ÇEŞİTLERİ
Battal, Gelgit ve Şal, Bülbül Yuvası, Taraklı, Neftli, Somaki, Hatip, Çiçekli, Koltuk, Hafif, Yazılı, Ak Kase, Kumlu, Zerafşanlı
 
MODERN EBRU ÇEŞİTLERİ
Fantazi, Kedi Gözü, İspanyol (Dalgalı), Buket, Taş, Serpmeli

 
Ebru sanatı, en eski Türk kağıt süsleme sanatlarındandır.
Orta Asya dillerinden Çağatayca'da "hare gibi, damarlı" anlamına gelen 'Ebre' kelimesi Ebru sanatının bilinen ilk adıdır.
İpek Yolu ile İran'a gelen sanat, burada 'Abru' (Su Yüzü) veya 'Ebri'  (Bulutumsu, bulut gibi) olarak isimlendirilmiştir. Daha sonra Türklerle birlikte Anadolu'ya gelen bu sanatın adı 'Ebru' olarak dilimize yerleşmiştir.
Şu an Avrupa'da 'Marbling' diye bilinen Ebru 17. yüzyılda Avrupa'ya 'Türk kağıdı' adıyla gitmiştir. Ebru Türkiye'de cilt sanatının yanı sıra, hat sanatında zemin ve pervaz olarak kullanılmıştır. Hat sanatının, sanat atölyelerinde çoğalmasıyla birlikte, fonda kullanılan bu desenli kağıdın da değeri artmış, çerçevelenecek kadar önemsenmiştir.
Günümüzde, diğer soyut ve plastik sanatlar gibi değerlendirilmektedir. Ebru, görsel zerafetinin yanı sıra, bizlere mikro ve makro alemlerden, çıplak gözün göremeyeceği ilginç güzellikler sunar. Ayrıca Ebru'nun terapi özelliğine sahip olduğu, bu tarihi sanatın meraklıları için tartışılmayan bir gerçektir.

Ebru sanatının nerede ve ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bugün bilinenen modern ebrunun 13. yüzyılda Türkistan'da, Semerkant'ta ve 14. yüzyılda İran'ın doğusundaki Herat Yöresinde yapıldığına dair bazı kaynaklar bulunmaktadır. Ebru da aynen kağıt gibi İpek Yolu ve diğer ticaret yollarını kullanarak doğudan batıya yayılmıştır.
Tarihi tesbit edilmiş en eski ebru 1447 yılına ait olup,Topkapı Sarayı'nda bulunmaktadır. Bu eserden hem Sayın M. Ali Kağıtçı, hem de Sayın Uğur Derman bahseder.
Osmanlı döneminde bir çok ebruzen yetişmiştir. Bu dönemde ebrulu kağıtlar devlet belgeleri ve resmi yazışmalarda zemin olarak kullanılmıştır. Buradaki başlıca amaç estetik değerlerin yanı sıra tahrifat girişimini engellemeyi amaçlamaktadır ki, bugün çek, senet ve kağıt paralar üzerindeki karmaşık desenlerin mantığı buna dayanmaktadır.
Ebru tarihinde bugüne kadar tesbit edilebilen ilk ebruzen "şebek" lakabı ile bilinen Mehmed Efendi'dir. Ebru yapımı ve terkiblerini anlatan en eski belge niteliğindeki "Tertib-i Risale-i Ebri" adlı eserde adı geçer ki "Allah rahmet eylesin" duası ile anılır.
Ebru tarihinde içinde bilinen en önemli üstadlardan biri de Hatib Mehmed Efendi'dir (vefat t. 1773). Günümüzde "Hatip" adı ile anılan ebru türünü çokça kullandığından bu adla anılır olmuştur.
1846 yılında vefat ettiğini bildiğimiz Şeyh Sadık Efendi'nin, 'Ebru'yu Buhara'da öğrendiği ve iki oğlu Edhem ve Nazif Efendilere de öğrettiği bilinmektedir.
Hezarfen ünvanı ile anılan İbrahim Edhem Efendi'nin ebru alanındaki şöhreti saraya kadar ulaşmış ve eserleri devrin padişahı Abdülaziz'i de etkilemiştir.
Son Osmanlı ebru üstadlarının en önemlilerinden Necmeddin Okyay (1883-1976) üstadı Edhem Efendi gibi birçok hünerlerin (okçuluk, mürekkepçilik, ahercilik, hattatlık, mücellitlik, gül yetiştiriciliği...) ustasıydı. Hezarfen lakabı ile anılırdı. 'Çiçekli Ebru'ları ilk uygulayan kişidir. 1916'da Medreset-ül Hattatin'de başladığı ebru hocalığını Güzel Sanatlar Akademisi'nde 1948'e kadar sürdürmüştür. Ebru Sanatını oğulları Sami (1910-1933) ve Sacit (1915-1998) ile yeğeni Mustafa Düzgünman'a (1920-1990) öğretmiştir.
Günümüzde bu sanatı devam ettiren ustalar arasında Niyazi Sayın, Fuad Başar, Alparslan Babaoğlu, Timuçin Tanaslan, merhum Nusret Hepgül, Feridun Özgören ve bir çok genç sanatçı mevcuttur. 
 
  Gelenekli Ebru
Ebrunun bilinen tarihi içinde, yetişmiş ustalar tarafından sıkça kullanılan desen çeşitleridir. Başlıcaları Battal, Gelgit, Taraklı, Bülbül yuvası ve bunların bazı çeşitleridir.

Battal Ebru
Ebrunun bilinen en eski tarzıdır. Diğer bütün desenler, battal deseninden çıkar. Bu desene kısaca ebrunun anası ya da atası diyebiliriz.
Yapımı, öd sıralarına göre, yani ödü az olan boyaları önce, çok olan boyaları sonra atma suretiyle yapılır. Tek veya çok renkli olabilir. Boyalar teknenin yüzeyine serpilir ve daha sonra kâğıda aktarılır.

Tarz-ı Kadim
Merhum Mustafa Düzgünman'ın geliştirdiği bir ebru tarzıdır. Önce battal döşenmiş bir desen üzerine, mümkün olduğunca açık bir renkten iri damlalar halinde bir renk atılır. Daha sonra, bunun üzerine, yine uygun bir renkte çok küçük, 2-3 mm hatta bazen 1 mm çapında serpme ebru yapılır.

Zemin Battal
Az veya tek renk ile yapılır. Bir rengin değişik tonlarının da kullanıldığı görülmüştür. Ancak renkleri açıklı koyulu kullanma geleneksel olarak pek fazla görülmemektedir. Bu desen Necmeddin Okyay ve Mustafa Düzgünman tarafından zemin olarak sıkça kullanılmıştır.

Mustafa Düzgünman Battalı

Bu tarz, M. Düzgünman'ın geliştirdiği ve Nusret Hepgül'ün "Mustafa Düzgünman Battalı" adını verdiği bir tarzdır. Bu tarzda, zeminde iki küçük renk kullanılmış, gel-git üzerine çok iri damlalar halinde bir desen, onun üzerine de çok ince bir desen serpme yapılmıştır.

Ethem Efendi Battalı
Sarı gülbahar boyalar üzerine sarı-lacivert lahor kullanılarak yapılan bir tarzdır. Lahor (indigo) bitkisel esaslı bir boyarmaddedir. Son kat olarak atılan boyanın içine biraz fazla öd ve neft katılarak yapılır.

Neftli Battal
Battal döşenmiş bir zemin üzerine içine birkaç damla neft (tercihen çam terebenti) katılmış boya serpilerek elde edilir. Hareli görünüm verir.
Somaki Battal
Genellikle iki renk yapılır. İkinci renge fazla miktar öd katılarak birinci rengin iyice sıkıştırılıp, damarlar haline gelmesi sağlanır. Böylece somaki mermer görünümü elde edilir.

Serpmeli Battal
Bilinen herhengi bir battal ebrusu yapıldıktan sonra zemine zıt bir renk ile genellikle açık renkte çok küçük damlacıklı son kat boya atılır.

Gelgit Ebru
Battal zemin atıldıktan sonra, bir çöp, iğne veya bız yardımıyla teknenin kenarlarına paralel olarak desenin çizilmesi ile oluşur. Bu çizgi aralıkları istenilen genişlikte olabilir. Kalın uçlar geniş alanı etkileyeceğinden  paralellerin arası daha geniş, ince uçların arası daha dar olabilir. Bu paraleller zıt yönlerde de birkaç defa tekrarlanabilir. Bu işlem özel hazırlanmış tarak da kullanılabilir. Gelgit hareketi çapraz olarak da yapılabilir. 
 
Şal Ebrusu
Gelgit yapıldıktan sonra teknenin çaprazına doğru, genellikle geniş aralıklı yapılan gelgit sonucu elde edilir. Ayrıca Mustafa Düzgünman'ın yine gelgit üzerine dıştan başlayıp, ortaya doğru daireler çizerek yaptığı şal desenleri vardır. Bu çapraz çizgiler yumuşak 'S'ler çizilerek de yapılabilir.
 
Taraklı Ebru
Battaldan sonra yapılan gelgit deseninin üzerine taraklar yardımı ile yapılan desen türüdür. Gelgit yapmadan da taraklar yardımı ile değişik desenler elde etmek mümkündür.
 
Bülbül Yuvası
Genellikle küçük taneli battal ebrusu yapıldıktan sonra dıştan başlayıp içe doğru istenilen çapta (genellikle 3-5 cm çapında) spiraller çizilir. Bu spiraller içten dışa doğru da olabilir.Ayrıca gelgit, taraklı gibi desenler üzerine de yapılabilir. Bülbül yuvaları  bir bız yardımı ile tek tek yada geniş aralıklı kalın uçlu bir tarak ile tüm tekneye yapılabilir.
Yapımı, öd sıralarına göre, yani ödü az olan boyaları önce, çok olan boyaları sonra atma suretiyle yapılır. Tek veya çok renkli olabilir. Boyalar teknenin yüzeyine serpilir ve daha sonra kâğıda aktarılır.

Kumlu - Kılçıklı Ebrular
Kumlu ebruların en güzeli, bitkisel esaslı olan lahor çivitinden elde edilir. Kumlu ebru elde etmek için teknenin ortasına lahor çividi damlatılmaya başlanır. Bu işleme, teknenin bütün yüzü kaplanıncaya kadar devam edilir. Birbirini iterek sıkışan boya, çatlamaya başlar. Aynı işlem, teknenin bir kenarının ortasından diğer bir kenarının ortasına kadar, yavaş yavaş damlatılarak da yapılabilir. Bu tarz, hattatların pervaz veya cetvel olarak çokça kullandıkları bir desendir.

Hafif Ebru
Genellikle üzerine yazı yazmak için hattatlar tarafından kullanılan açık, soluk renkli ebrulardır. Normal astar kıvamına aynı miktar su ilave edilerek astar cıvıklaştırılır. Ayrıca, boyarmaddelerin su ve öd miktarları artırılarak da yapılabilir. Böylece renkler kolay ve çokça açılacağından açık renkli olurlar. Aynı kağıda iki veya daha çok ebru yapılmak istendiğinde de bu desen kullanılabilir.

Çift Baskılı Ebrular
Ebrulanmış kağıtları kuruduktan sonra tekrar başka bir desenle ebrulayarak elde edilir. Gerektiğinde ikiden fazla desen aynı kağıda alınabilir.

Akkase Ebru
Aynı zemin üzerine birden fazla baskı yaparak yazı veya desen elde edilen ebru çeşididir. Hafif ebru üzerine; geleneksel olarak arap zamkı ile hazırlanmış sıvı, yazı ise fırça yardımı ile sürülür veya kamış kalem ile yazılır. Böylece hafif ebrunun yüzeyi arap zamkı ile kaplanmış olur. Kuruduktan sonra daha koyu veya yoğun bir desen aynı kağıda tatbik edildiğinde, arap zamkı olan yerler boyayı almayacağından yazı veya desen gözükür. Aynı teknikler şablonlama ile de yapılabilir. Ayrıca arap zamkı yerine koyu kitre, silikon, çeşitli şeffaf sonuç veren yapıştıcılar da kullanılabilir.

Hatip Ebrusu
Kısaca "içiçe damlatılmış renklerden oluşan daireleri şekillendirmek " olarak tanımlanabilir. Çiçekli ebrunun temeli sayılırlar. Hatip Ebrusu'nu uygularken önce herhangi bir ebru türü zemin olarak yapılır. Bu zemin üzerine kalın bir bız veya damlalık kullanarak, çapları 2-4 cm'yi geçmeyen eşit aralıklı daireler oluşturulur. Görüntünün belirgin olması için, ilk renk genellikle koyu seçilir . Daha sonra ikinci, üçüncü, hatta istenirse dördüncü renk konulur. İnce bir uç, iğne veya bız yardımıyla desenleme yapılır.

Çiçekli Ebru (Necmeddin Ebruları)
Merhum üstâd Necmeddin Okyay'ın geliştirdiği ve kendi adı ile anılan ebru türüdür. Bu tür ebrular ebru sanatının plastik sanatlar içinde yer almasında önemli bir yer tutar. Daha önce bahsi geçen herhangi bir ebru deseni zemin olarak yapılır. Genellikle hafif, açık renkli olamsına dikkat edilir. Bu zeminlerin üzerine bir bız yardımı ile damlatılan boyaların şekillendirilmesiyle yaprak ve çiçek desenleri çizilir. Bu türde bugüne kadar lale, karanfil, sümbül, menekşe ve papatya sıkça kullanılmıştır. Şüphesiz başka çiçek türlerini de denemek mümkündür.


  Geleneksel Türk Ebru yapımında kullanılan malzemeler şunlardır;
Kitre: Anadolu, İran ve Türkistan dağlarında kendiliğinden yetişen "geven" adı verilen dikensi bir bitkinin gövdesinden elde edilir. Yaz aylarında çizilen dallarından akan süt daha sonra kurur ve kemik rengimsi beyaz parçacıklar halinde toplanır. Sertliği olmayan su içinde iki gün bekletilir. İyice eriyen kitre bez torbalardan süzülüp tekneye alınır. Ayran kıvamında olmalıdır.

Boya: Geleneksel yöntemde "Toprak Boya" diye adlandırılan doğadaki metal oksitlerden elde edilen boyalar kullanılmaktadır.

Fırça: Ortası boş kalacak biçimde gül dalına sarılmış at kılından yapılmış fırçalar kullanılmaktadır. Değişik kalınlıktaki ve uzunlukta fırçaların kullanılması ile, istenilen ölçüde tekneye boya koymak ve boyaları kontrol etmek mümkün olur.

Tekne: Ebru yapılacak olan kağıt boyundan bir kaç santimetre daha büyük (kağıt ıslanınca şiştiği için bu gerekli), tahta veya herhangi bir metalden yapılmış 4 - 6 cm derinliğinde kaplar kullanılır.

Su: Sertliği olmayan su tercih edilmelidir. Damıtılmış su en idealidir.

Kağıt: İdeal kağıt, el ile yapılan ve emici özelliği fazla olan asitsiz kağıttır. Zor bulunması ve pahalı oluşundan dolayı parlak veya laklı yüzeyi olmayan herhangi bir kağıt da rahatlıkla kullanılabilir.

Öd: Ebru yapımında kullanılan en önemli malzemedir. Ebru yapan kişinin ödü ve yaptığı işi çok iyi anlaması gerekir. Öd, boyanın suyun üzerinde açılmasını sağlar. Aksi takdirde boyalar dibe çöker. Ayrıca renklerin birbirine karışmasını engeller. Boyanın kağıda yapışmasına yardımcı olur. Aynı rengin değişik tonlarının ve değişik büyüklükteki lekelerin elde edilmesi yine öd sayesinde gerçekleşir. 
 
 TEÇHİZAT VE MALZEMELER
Tekne: Boyutları, üzerine Ebru yapılacak kağıdın boyutlarından 1-2 cm daha büyük olmalıdır. Genel olarak 35 cm × 50 cm boyutlarında ve 5-6 cm derinliğindedir. Galvaniz kaplı sac ya da paslanmaz çelikten yapılmalıdır. Eskiden olduğu gibi çam ağacından üretilirse, içi su sızdırmaması için ziftlenmelidir. Bazı ebruzenler iki tekne kullanırlar. İkinci tekneye musluk suyu doldurulur. İlk teknede ebru hazırlanır, ikincisinde ise hazırlanan ebru yıkanır. Tek teknede ebru hazırlamak ve oradan çekip almak daha çok kullanılan bir yöntemdir.
Kitre: Suya kıvam vermek için kullanılan bir sıvıdır. Genel olarak iç ve doğu Anadolu bölgelerinde yetişen geven otunun çizilmesiyle elde edilen sıvının kurumuş zamkı kullanılarak hazırlanır. Beyaz renkli zamk tercih edilir.Salep, keten tohumu, ayva çekirdeği de kitre üretmek için kullanılabilir; fakat daha sık kullanılan ve rahatça bulunabilen kitre, geven bitkisinden elde edilir. Geven zamkı toz haline getirilmiş halde satılmaktadır. Kitreli su şu şekilde hazırlanır: 7 lt suya 50 gr geven tozu konur ve bir gece boyunca şişmesi beklenir. Ertesi gün sıkılarak naylon çoraptan geçirilir. Çorabın içinde erimemiş zamk parçacıkları ve çöpler kalır. Geven zamkı iyice eriyene kadar bu sıkma işlemine 2-3 defa devam edilir ve son olarak hiç sıkmadan çoraptaki kitre tekneye süzülür. Kitreli suyun kıvamı çok önemlidir; içinde gezdirilen çubuğun izi, çubuk çıkarıldığında ne öne doğru devam etmeli ne de geriye doğru gitmelidir. Hazırlanan kitreli suyun fazlası buzdolabında 1 ay saklanabilir. Kitreli suyun kötü kokması bozulduğunu gösterir. Kitreli su ne kadar hızlı kirlenirse o kadar iyi kıvama gelmiş demektir.
Öd: Ebrunun asıl sihiri ödde saklıdır. Öd boyanın dibe çökmesine mani olunur, boyaların birbirine karışmasını engeller. Mezbahadan alınan sığır ödü bir metal kap içine konur. Bu metal kap, içinde su kaynayan bir başka kabın içine konur. 20-30 dakika sonra ortaya çıkan kan ve köpük temizlenir. Öd bir kavanoza alınarak soğutulur ve bir damlalık kullanılarak boyalara konur. Çok açılması istenen boyalara bol öd damlatılır. Kalkan balığı ödü de kullanılmakta ve boyaya farklı bir hoşluk vermektedir. Eskiden öd yerine tütün yaprağı suyu da kullanılırmış.
Boyalar: Suda erimeyen, asit ve kazein içermeyen, ışıktan etkilenmeyen doğal boyalar kullanılır. Sadece oksit, pigment ve toprak temelli boyalar kullanılmaktadır. Memleketimizde çok çeşitli renkte toprak bulunmaktadır ve bu bizler için büyük bir şanstır. Eğer renkli toprak elde etmişsek bu toprak suya konur, iyice karıştırılır ve bir kaba süzülür. Toprak tekrar 5-6 dakika karıştırılır ve yine bir kaba süzülür. Dinlenmeye bırakılan toprak iyice çöktükten sonra üzerindeki fazla su atılır ve bir boya olarak kullanıma hazır hale gelir. Eğer boya satın alınmışsa, 50 cm × 50 cm boyutunda bir mermer ya da cam yüzey üzerine 2-3 tatlı kaşığı konur, ortası havuz haline getirilerek su eklenir, beşer dakika süreyle 4 kere 8 şekli çizilerek ezilir ve ardından kullanılmak üzere bir kaba alınır.
Fırça: At kılından ve gül dalından yapılır. Gül dalı hem hafif olduğu hem de küflenmediği için, at kılı ise boyaları emmediği için tercih edilir.
Desteseng: Boyayı ezmeye yarar, kolayca tutulmasını sağlayan özel bir şekli vardır, mermer kullanılarak üretilir.
Su: Eskiden yağmur suyu kullanılırmış. Hava kirliliği nedeniyle yağmur suları artık asit içermektedir. Bu nedenle sadece damıtılmış içme suyu kullanılmaktadır.
Diğer Malzemeler: Teknedeki boyalara şekil vermek için kullanılan, çeşitli kalınlıkta metal çubuklar (bizler) ve bir tahta üzerine belli aralıklarla sıralanmış metal tellerden oluşan taraklar; ezilen boyaları toplamak için spatula; boyaların konulduğu ana kaplar; ödlü boyayı muhafaza etmek için kullanılan daha küçük kaplar; emici nitelikte kağıt.
 
Ebru
Yaptığı işe yalnızca ellerini koyan işçidir, Ellerini ve beynini koyan zenaatkardır, Ellerini, beynini ve kalbini koyan ise san 'atkardır"
 
Turk Milleti, Islamiyet'le sereflendikten sonra "Allah guzeldir, guzeli sever" buyuran Peygamberi'ne layik olmak icin her seyin en guzelini yapmaya gayret etmis, bunun sonucu olarak da mimariden musikiye, husn-i hatt'tan ahsap isciligine kadar her sahada deha mertebesinde san'atkarlar yetistirmistir. Yaradani'nin ayetlerini ve ugruna alemlerin yaratildigi Peygamberi'nin hadislerini en guzel bicimde yazan ceddimiz, onlari suslemek icin de yaptigi isin ruhuna en uygun yollardan birini secerek ebru'yu levha ve kitap tezyinatinda kullanmistir.
Sanat tarihcileri, ebru'nun ilk olarak Orta Asya'da Turkler tarafindan yapildigini, Acem, Hintli ve Uzak Dogu'lu san'atkarlarin bu san'ati Turkler'den ogrendigini soylemektedirler. Mense'i neresi olursa olsun ebru, Musluman Turk'un elinde san'at haline gelmis, yuzyillar boyu Semerkand, Buhara ve Istanbul'da tekamul ederek en guzel sekliyle icra edilmis ve Istanbul'dan, once Italya ve Almanya olmak uzere butun dunyaya yayilmistir.
Her ne kadar isbata ihtiyaci olmasa da, ebru'nun bir Turk san'ati oldugu konusundaki en onemli delil, her konuda yabancilardan dilimize kelimeler ithal ettigimiz su gunlerde Turkler tarafindan kullanilan ebru terminolojisinin, "battal", "cark-i felek", "gel-git", "kumlu" v.s. seklinde butun dunya ebruculari tarafindan kullaniliyor olmasidir.
Turk ebruculuk tarihi incelendiginde, ebruya en fazla hizmet edenler arasinda Hatib Mehmet Efendi, Seyh Sadik Efendi ve oglu Seyh Edhem Efendi, Necmeddin Okyay ve Mustafa Duzgunman isimleri goze carpar. Bu sayilan isimleri digerlerinden ayiran en buyuk ozellik, ebruyu teknik olarak kendilerinden oncekilere gore ileriye goturmus ve ona, ic dunyalarini ve duygularini katarak kendi tarzlarini gelistirmis olmalaridir.
Adi zikredilenlerden Mehmet Efendi, Ayasofya Camii hatibi olup adiyla anilan ebru cesidini islah ederek bugunku seklini vermistir. Uskudar Sultantepe'deki Ozbekler Tekkesi'nin ilk seyhi olan Sadik Efendi, ebru Istanbul'da kaybolmaya yuz tuttugu bir sirada bu san'ati Buhara'da ogrenmis olarak Istanbul'a gelmis ve burada yeniden canlanmasina vesile olmustur. Ayni tekkenin ikinci seyhi olan ve ebruyu babasi Sadik Efendi'den ogrenen Hezarfen Edhem Efendi ise ebruyu teknik olarak zamaninin cok ilerisine goturmus ve kendinden oncekilerden cok daha canli renklerle ebru yapmaya muvaffak olmustur. Edhem Efendi'nin ellerinde ebrunun gunumuz olculerinde estetik degerler kazandigini goruruz.
 
Uskudar Yeni Valide Camii Imam ve Hatibi, Medrese't-ul Hattatin husn-i hat, ebru ve ahar hocasi, gul yetistiricisi, okcu gibi bircok unvana sahip ve hocasi Edhem Efendi gibi gercek bir hezarfen olan Necmeddin Okyay ise, Turk ebruculuguna, ebruculugumuzun sembolu olan akkase ve cicekli ebrulari kazandirmistir.
Ebruculugunun yanisira mucellit, bestekar ve sair olan ve hayatinin sonuna kadar Uskudar'da , babasindan kalan dukkanda aktarlikla ugrasan Mustafa Duzgunman ise hocasi Necmeddin Okyay'in icad ettigi cicekli ebrulari islah ederek onlara bugun yaptigimiz sekillerini kazandirmis ve ebru teknigini gelebilecegi en son noktaya getirerek gerek renk gerekse desen itibariyle tekrari cok zor ebrular yapmistir.
Adi anilan ebrucularin hepsinin ortak yani, tekke terbiyesi almis ve ebruculuklari ile birlikte herbiri bircok sahada zirve olmus olmalarina ragmen, dervis tevazuundan bir nebze olsun ayrilmamis olmalaridir. Ebru, bircogu ebrucunun iradesi disinda, neredeyse sonsuz sayida degiskenin biraraya gelmesiyle icra edilen, bu yonuyle de diger san'atlarimizdan ayrilan oyle bir san'attir ki icrasi ve tekamulu icin ebrucunun "ne yaptiginin" sirrina vakif olmasi gerekir. Burada sozu, Mustafa Duzgunman'a birakalim:
    Ebrudaki gorunen su nukusata iyi bak,
    Suunat-i ilahidir sifatindan ayan Hak,
   
    Naks-i sun'un pertevinden Hubb-u Rahman asikar,
    Ruyetullah sirridir bu musemmadir her varak.
   
    Zan etmeki bu eskalin halikiyiz senle ben,
    Gafil olup sirke dalma bir faildir is goren,
   
    Firca, canak, boya, tekne vasitadir bilmis ol,
    Hep suver-i ilmiyyedir mezahirde gorunen.
   
    Nazar kildim kainata baktim mutlak ebruya,
    Vech-i yari ayan gordum salat ettim bu Ru'ya,
   
    Kenz-i mahfi tezahuru ask-i Huda numayan,
    Ebru gorup Allah dedim irdim kalbi duyguya.
   
    Bi hududu zevk-i elvan ebruculuk san'ati,
    Erbabinin nazarinda coktur onun kiymeti,
   
    Her varakta sirr-i cemal asikardir zahida,
    Bu ebrular, bu safalar hepsi askin hikmeti.
   
    Ey Mustafa naks-i sevda sana neler ogretti,
    Derununda duran nakkas "Eynema"yi ogretti,
   
    Bab-i ebru rehnumadir vech-i baki fehmine,
    Arif olan bu ezhari bir noktadan seyretti.

--------------------------------------------------------------------------------
Alparslan Babaoglu
Temmuz 1996, Istanbul

E-mail: babao@mam.gov.tr
Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

Hiç yorum yok: